Sessizce, usul usul akıyor zaman. Hiç acelem yokmuş gibi görünsem de telaşım gecenin ayazında ayaklarımı ısıtıyor. Ayın ışığı sayfalara dökülen kelimelere yoldaş oluyor kırk yıllık dostu gibi. Kaynağından doludizgin boşanan sular, sabrını damla damla akıtıp hayat veriyor salkım salkım. Uzakların rüzgarıyla her gece fısıldıyor şarkısını, leylak kokusu eşliğinde, kahvenin keskinliğiyle, ardında buruk bir tadla. Bir yudum, bir yudum daha. Kahvenin tadı damağımda dağıldıkça daha da belirginleşiyor yüzünün çizgileri ve parmaklarının ucunda yükseliyorsun sanki, hafifliyorsun. Sonra arkanı dönüp giderken “Gözlerimiz açıkken görebilseydik bir de” diyorsun. Öyle, usulca dökülüyor yere kelimelerin, sadece o an için bir araya gelmişler de sen söyleyince görevleri bitmiş, yitmiş gibiler. Dağılıyorsun yitip giden kelimelerinle beraber ve ben yine bu odada, bu masada, bu dağınıklığın alacakaranlığında, sen kelimelerinle yitip giderken, ben yalnızlığımla büyüyorum kimselere hissettirmeden. Yanımda bir acı kahve, karşımda boylu boyunca uzanmış beyazlar içinde hayaller. Odadaki bu yoğun havanın ciğerlerime yaptığı baskılar, anlı ya da ansız kelimelerin toprakla buluştuğu noktadaki aromaları derin bir nefesle içime çektiğimde ağzımdaki tadın güzelliğini damarlarıma akıtmasıyla buharlaşıyor. Kolumla omzumun birleştiği yerdeki ben yavaş yavaş ortaya çıkıyor. Mumlarsa zamanın aktığını gözüme soka soka gösteriyor. Müzik yeterince mavi, kahve ise gece kadar karanlık, bir kadın kadar tatlı olmalı diyorsun, ben tam her şeyden vazgeçmek üzereyken.
Yataktan kalkıyorum dün geceki yorgunluğa inat, yeni doğmuş bir bebeğin ağlaması gibi. Olacaklardan habersiz güneşe doğru dönüyorum yüzümü biraz boynu bükük ama koca bir gülümsemeyle. Perdenin arasından sanki bir kabahat işlemiş gibi yavaş yavaş süzülüyor güneş ve dur diyor, her şey yeni başlıyor. Bir gözüm hafif kısık ama yeniyetme genç merakıyla perdenin ötesini görmeye çalışıyorum. Karar veremiyorum bir türlü, gerçekten yaşamaya değer bir gün mü yoksa yine aynı labirentin içinde mi boğulacağım.
Dün geceye kayıyor düşüncelerim perdenin kıvrımlarından sessiz sedasız. Sonra gözüm kayıyor başucumdaki kahve fincanına. Altında giderken bıraktığın bitirmene az kalmış kitabın. Tekrar oturuyorum yatağa, üstüme okuduğun sayfaların ağırlığı çöküyor. Yalnızlığım çöküyor. Odanın ağırlığı çöküyor. Ezildikçe eziliyorum sanki, boğuldukça boğuluyorum. Sonra birden zaman duruyor. Ama sadece bir an. O bir an, kulağımdaki sesinle dolup taşıyor.
Sonra bir güvercin havalanıyor pencerenin kenarından; kanat çırpmaları senin sesine karışıyor, senin sesin benim nefesime. Perdeler uçuşurken kanat çırpmalarıyla tamam diyorum buradayım, merak etme, açıyorum perdeleri, şimdi açıyorum. Daha çok girsin içeri güneş, içime işlesin güneş. Tatlı bir meltem yalasın geçsin yüzümü.
11 Ocak 2019
3 Ocak 2019
böyle kal..
Yıllar boyu süren suskunluğu bir anda, bir dokunuşla eriyip dilinin ucundan akıverdi. Çevresini saran zifiri kalabalıkta ışığını bulmuş bir pervane gibi dönüyordu. Gerisi boştu onun için. Yoktu ki zaten.
Aylar boyu süren suskunluğu bir anda, bir bakışla çözülüp dudağının kenarından dökülüverdi. Çevresini saran yoğun siste yolunu bulmuş biri gibi yürüyordu. Durmak, nefes almak istiyordu bazen ama bir an önce ulaşmalıydı.
Günler boyu süren suskunluğu bir anda, bir sesle bozulabilecek miydi? Çevresini saran delirtici gürültüde o sesi duyabilecek miydi? Sakin bir köşe bulabilecek miydi?
Saatler boyu süren suskunluğu bir anda, bir çığlıkla içinden kopup gitti. Çevresini saran yeşille mavinin arasında yüzü rüzgara dönük, çırılçıplak kaldı. Boşlukta kopan çığlık suratına bir tokat gibi çarptı. Rüzgar tenine dokundukça suratı alev alev yanıyordu.
Saniyeler boyu süren suskunluğu bir anda, bir göz kırpmayla kirpinin ucundan boşluğa süzülüverdi. Çevresini saran koskoca mavinin ortasında dalga dalga yitip gitti. O kıvrımlarla dolu kaosun içinden sıyrılıp, kopup gitti. Bir parçasını bırakıp gitti. Bir kertenkele misali kuyruğunu bırakıp gitti.
Aylar boyu süren suskunluğu bir anda, bir bakışla çözülüp dudağının kenarından dökülüverdi. Çevresini saran yoğun siste yolunu bulmuş biri gibi yürüyordu. Durmak, nefes almak istiyordu bazen ama bir an önce ulaşmalıydı.
Günler boyu süren suskunluğu bir anda, bir sesle bozulabilecek miydi? Çevresini saran delirtici gürültüde o sesi duyabilecek miydi? Sakin bir köşe bulabilecek miydi?
Saatler boyu süren suskunluğu bir anda, bir çığlıkla içinden kopup gitti. Çevresini saran yeşille mavinin arasında yüzü rüzgara dönük, çırılçıplak kaldı. Boşlukta kopan çığlık suratına bir tokat gibi çarptı. Rüzgar tenine dokundukça suratı alev alev yanıyordu.
Saniyeler boyu süren suskunluğu bir anda, bir göz kırpmayla kirpinin ucundan boşluğa süzülüverdi. Çevresini saran koskoca mavinin ortasında dalga dalga yitip gitti. O kıvrımlarla dolu kaosun içinden sıyrılıp, kopup gitti. Bir parçasını bırakıp gitti. Bir kertenkele misali kuyruğunu bırakıp gitti.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)