15 Aralık 2008

herşeyde var bir hıyar..


diye başladı bütün hikaye..ama nedense ne kelimeler ilerledi gün içinde ne de zaman..sonra dağdan bir kız geldi döne döne, kaydı gitti kafam..hatunun özü tercüman oldu bana, açıldı birden masanın üstündeki yaşam..kırk gün kırk gece sürdü hiçbir şeye aldırmadan..sonra başladı yine burda üç kare karala, şurda iki kare diye diye diye diye..akrebi şaşmış saatin dişlerinin arasında bulup kendimi, kokladım ellerimin isini..

işte böyle başladı herşey..var bir hıyar diye..buzdolabında pörsümüş öyle..belki olurum cacık diye..koca bir tabak kuru fasülyenin yanında geğirte geğirte sevgiyle..

24 Ekim 2008

söyleyen hatırlanmıyor * :

peri masalları, çocuklara ejderhaların var olduğunu öğretmez.
çocuklar ejderhaların var olmadığını bilirler zaten.
peri masalları, çocuklara ejderhaların öldürülebildiğini öğretir...





* hatırladım: G.K. Chesterton

23 Ekim 2008

uyanınca..

..unuttu nerede olduğunu, bu ufacık yerin neresi olduğunu, bu ufacık yerin nerede olduğunu, bu ufacık yerde unuttu kendini…
Bu ufacık yerde,
Günlerin birbirine benzediği,
Gökyüzüne parmaklarının ucunda durarak ulaşabildiği yerde.
Bütün kapıların aynı odaya açıldığı,
Ardı arkası kesilmeyen cinayetleri büyük bir heyecanla izlediği,
Kimseyi umursamıyormuş gibi görünüp de aslında o küçücük yüreklerin gülümsemesi için didinip durduğu yerde.
Sinirden gözlerinin patladığı,
Başına sanki kopacakmış gibi ağrıların girdiği,
Minicik ellerin beyazlar içinde tir tir titrediği yerde.
Rüzgarına kendisine sarılıp bütün gücüyle karşı koyduğu,
Yağmurunda ayaklarına külçeler bağlanan,
İçeri girdiğinde çözülüp merdivenlerden bir su gibi aktığı,
Serçe parmağının sızlamaktan isyan edip onu unuttuğu,
Soğuk gecelerinde sıcaklığını hissedebilmek için yorganına sımsıkı sarıldığı,
Bu ufacık, günlerin hep aynı, gecelerin daha da aynı olduğu bu yerde
Unuttu kendini…

13 Mayıs 2008

hazır mısın..


patlatmaya..











zamanı durduran bir kahkaha..


dallarından doğru..











gökyüzüne öylece..


kıvrımlara dolan..











sigaranın dumanıyla..


gecenin ardından..










sessizce..

4 Mayıs 2008

nasıl kaptan,nasıl savaşılır..

rüzgar estikçe yel değirmenleri daha bir döndürüyor başımı..bugün gökyüzünün mavisi bir garip..mavi demeye bin şahit ister..ağaçlar yeşillendi ama toprağın kızılı sarıya daha yakın sanki..anlamsız bir hüzün var havada..ciğerlerimi yakıyor biraz..öylesine bir uğramıştım yanına..elimde sıcacık bir kahveyle..biraz yalnızım gibi bugün..uğur böceklerim de yok..zaten uzun zamandan beri görünmüyorlar..geçen gün toplu bir cenaze töreni yaptım onlar için..en güzel kıyafetleri üstlerinde..pembeli turunculu,sarılı kırmızılı..ne demiştim ben, elimde bir kahveyle kapını tıklattım sakince.."yemekten sonra" bir şey yaptın mı diye sormak için..duvardaki resim ilişti gözüme..üstünde yıkık dökük bir zırh, elinde kocaman bir mızrak, arkasında güneşin yakıcı sarılığı, uçurumun kenarında zifiri karanlığı seyre durmuş bir Don Quijote..

6 Nisan 2008

huzur..

sobamın vücudumu gevşeten çıtırdamaları..

özel ulakla gelen sumatra'nın kokusu..

ağzımda kalan kahvenin buruk tadı..

gözlerimin mavisini gölgede bırakan bir salinger..

uzaklardan, kuzeyden gelen soğuk rüzgarın kulağımdaki sıcak melodileri..

beş duyunun akıl almaz huzuru..

ve sen..sol tarafımda sessizce kendini hissettiren..

3 Nisan 2008

hayal aldanması..*

limuzin kirpik
oh bebeğim güzel yüzünle
kadehime bir gözyaşı dök
o büyük gözlere bak
benim için ne anlama geldiğini gör
tatlı kekler ve milkshakeler
ben bir aldanma meleğiyim
ben bir hayal gösterisiyim
ne düşündüğümü bilmeni istiyorum
tahmin etmeni istemiyorum artık
nereden geldiğim hakkında bir fikrin yok
nereye gittiğimiz hakkında bir fikrimiz yok
hayatta misafiriz
nehirdeki dallar gibi
aşağıya akan akıntıya yakalanmış
seni taşırım
beni taşırsın
işte böyle olabilir
beni tanımıyor musun
şimdi beni tanımıyor musun..?



viyana'dan bir şair..




*before sunrise

2 Nisan 2008

bekledim..

rüzgar esti içten içe..
sakince fısıldadı kulağıma sesini, nefesini..
sonra uyandım kan ter içinde..
tenim teninde..
sıcaklığın içimde..
arjantin'nin trivento*suyla..
şili'nin frontera sahillerine..
kırmızının keskin tatlı esrimesiyle..
bekliyorum yine..
kafamda binbir renkle..
vücudumda ılık bir titreme..






*üç rüzgar..

20 Mart 2008

baca bacaladık..



kapı kapı dolaşmadığımız için bize gelen yumurtalarla idare ettik ilk bahar bayramımızda..sabahtan beri kapının zili susmamış hala da susmuyor..evde ne var ne yok veriyoruz artık çocuklara..hazırlıksız yakalandık biraz..boyayamadık yumurtaları onlar gibi..kulaklarını asıp kapılarımızı dinliyorlar bir yandan da..şallarını bırakıp kayboluyorlar ortadan..doldur artık içine evde ne varsa..yakılan ateş ulaşınca bulutların ardındaki dolunaya, çocukların da karışıyor kahkahaları dolunayın kahkahalarına..

14 Mart 2008

kim takar salatalık kralı..

"benim adım ikinci kral Kumi-Ori; Treppelid'lerden."

Salatalık Kral olur kendileri..isyankar halkı tarafından kovulunca Hogelmann ailesinden, mutfak masasının üstünde oturmuş, kibirli bakışlarla geçici sığınma hakkı talep eder..başında tacı, ellerinde beyaz eldivenleri, ayak parmaklarında da kırmızı ojeleri vardır.

seneler önce okuduğum bir kitaptı tekrar okudum bazı nedenlerden dolayı..o zaman da çok severek okumuştum..eksantirik hikayesinin içinde burnuma gelen hafif başkaldırı kokularından dolayı, o zaman için böyle bir kitabın nasıl inceleme konusu yapıldığı kafama takılmıştı..genelde içinde klasik eğitim öğelerinin barındığı çocuk edebiyatı örnekleri seçilirken Christine Nöstlinger'in Kim Takar Salatalık Kral'ı baya ilgimi çekmişti..zaten birçok kitabı şu an kitaplığımın çocuk edebiyatı bölümününde ön sıralarda yer almakta..


ayrıca Nöstlinger'in yarattığı karakterler o kadar başarılı ki Salatalık Kral örneğin, insanı okurken kelimenin tam anlamıyla sinir ediyor..

bir de Konrad ya da Konserve Kutusundan Çıkan Çocuk vardır adı üstünde konserve kutusunda postayla gelir Bayan Bartolotti'ye..Bayan Bartolotti'nin aksine Konrad çok akıllı,terbiyeli,eğitimli bir çocuktur..Çok sever Bayan Bartolotti bu konserveden çıkan çocuğu ama bir gün bazı adamlar yanlışlıkla gönderilen paketi almaya gelirler..

neyse sonuç itibariyle ben sadece kim takar salatalık kralı demek istemiştim..laf neleri yazdırdı..yine galiba biraz bırbırtaschkoluk ağır bastı..

13 Mart 2008

deep sea..

danny elfman'ın müziği, johnny depp ve kate winslet'ın sesi eşliğinde süper okyanus görüntüleri..tabi bir de üç boyutlu olması gözlerinizin daha da bir açılmasını sağlıyor görüntüleri iyice sindirebilmeniz için..gözlük olmadığı halde okyanusun derinliklerinde (deep sea) olduğunu hissettiriyor insana cidden..elfman'ın müziklerinin de bambaşka bir etkisi var..howard hall için fazla bir şey söylemeye gerek yok sanırım..

bu, sahanda yumurta denizanası(Cyanea capillata-fried egg jellyfish)..çok deli bir şey..gerçi, sadece bu değil, birçoğu..dünyadaki bütün mercan resiflerinin her yıl ağustostaki dolunaydan 8 gün sonraki günbatımından tam 1 saat sonra okyanusun derinliklerine poliplerini eş zamanlı olarak bıraktığı..milyarlarca polip aynı anda..

bu aralar belgesel kaçırmayan ben şiddetle tavsiye ederim..hatta şu an kaliforniyalı peygamberdevesi karidesinin koca bir ahtopata nasıl kafa tuttuğunu tekrar izlemekteyim..cidden çok keyifli..iyi seyirler..



p.s.:kaliforniyalı peygamberdevesi karidesinin çenesi 22 kalibrelik bir silahın hızına eş değermiş..

19 Şubat 2008

kissing and missing the chef..


izlanda'da da sular ısınmaya karşı dirençli midir acep..?




yoksaaaa norveçli balıkçılara karışıp onların formüllerini mi kullansak..?





ne dersin..?

18 Şubat 2008

bugünlerde hava karla karışık çamurlu..

altyapısı olmayan yerde yaşayan insanların neden yolun ortasından yürüdüğünü anlayabiliyorum artık..

doğuya gittikçe havanın neden erken karardığını da..

ve kapıyı çalmadan girme hakkı olduğunu düşünenlerin neden gereksiz espriler yaptığını:
- nerelisiniz..nerden geldiniz..
- .....'den..
- cehennemin dibinden yani..
- !!??

"hay bin kunduz" diyesim var..
kendimi buz gibi sulara atasım var..
sonra bulutların üstüne çıkasım var..
bir de deli gibi Trentemoller dinleyesim var ;)

16 Ocak 2008

rakım 25'ten 870'e..

ben artık daha fazla dayanamayıp "ah ah" demek istiyorum..aslında bu "ah ah"ı bir post üzerinden yazıyorum..hatta birçok post üzerinden desek daha doğru olur..ama sonra düşünüyorum acaba haksızlık mı ediyorum diye..bilemiyorum..

aslında bu aralar kafam pek karışık değil..daha doğrusu kafamı karıştıracak şeylere pek yoğunlaşamadığım için kafam karışamıyor..bir an önce hazırlayıp yetiştirmem gereken aslında ne işe yaradığı da asla anlaşılamayan hatta bir işe yaramayan sadece boşuna kağıt tüketiminden ağaçların katledilmesine sebep olan dosyalar yığınına yoğunlaşmış durumdayım..ya da kafam öyle bir karışık ki doğru düzgün anlayamıyor muyum acaba..yoksa sürekli senin şu hoşuna giden surat ifademle mi dolanıyorum ortalıkta..öyle mi öyle değil mi, yine de tam bilemiyorum..


şahsen bu postta ne düşünüp ne yazacağıma karar verememişken, kendi içimde çelişki içerisindeyken kafamın karışık olup olmadığına nasıl karar verebiliyorum onu da anlamış değilim..ama insanların değindiği, dokunduğu bazı şeyler açısından gayet net görebildiğimi söyleyebilirim..bu biraz terzinin kendi söküğünü dikememesiyle ilgili olsa gerek..yoksa yanlış mı düşünüyorum sayın bay ukela..yani anlatmak istediğim insanların bazı tavırları, düşünceleri beni deli ediyor..aslında deli etmiyor, kafamı, çenemin daha çok yukarı çıkmasını sağlayacak şekilde hafifçe sola çevirerek "töööbe töööbe" dedirtiyor..çoğu zamanda, başta dediğim gibi "ah ah" dedirtiyor..ama bu "ah ah" öylesine söylenmiş bir "ah ah" değil, lütfen karıştırmayalım..gayet içi dolu ve "nolcak senin bu halin" der gibi bir "ah ah"..dediğim gibi aslında kafam karışık değil..hem de hiç değil..

bu istemeden, zorla yapılan mekan değişikliği bana galiba iyi geldi..gözleri delip geçen beyaz, her yanını ısıran soğuk beni biraz kendime getirdi sanırım..yoksa fazla yükseğe çıktığım için oksijen yetmezliğinden iyice saçmalamaya mı başladım..?

aslında "ah"ları tükettim de elimde bir "vah" mı kaldı..?

3 Ocak 2008

-9'da 36,5...

güneşi serin sulara dalarken izlemeye alışığım ben..o kocaman turuncunun derin maviliklere gömülerek yavaş yavaş eridiğine tanık oldum hep..şimdiyse başları dumanlı heybetli dağların arkasından güle oynaya doğuşunu izliyorum sessizce, beyaza bata çıka..orada, buralardan çok uzaktayken yağmurla bir olup gökkuşağı yapardım kurdelelerden, tutar çekerdim buluttan perdesini..burada ise, oralardan çok uzaktayım ya kar tanelerini yüzüme yapıştırıyorum beyazı kıskanır da daha çok parlar ona inat, gülen yüzünü daha çok gösterir bana diye..

burada geceler uzun, sabahlarsa erken oluyor..bol bol düşünüyorsun..konuşurken bile düşünüyorsun ama düşündükçe konuşamıyorsun..

hiçbir zaman geçmediğim yolların köşelerini dönüyorum durmadan..bir de biliyor musun burada yollar hamdi abi'nin bol kaşarlı felsefesi gibi kimi zaman..hani böyle peyniri yanlardan taşan, ısırdıkça uzayan..uzadıkça da sonu yokmuş gibi gelen..yol kenarları da alabildiğine geniş,hep aynı; ekmeğin üstünü kaplayan erimiş peynir gibi, öylece nefes almadan dalıp gidiyorsun düzlüklere belki bir renk, bir hareket görürüm ümidiyle..bazen de yanında usul usul akan aras, eşlik edemediği yerde bir kolunu uzatıyor omzuna sıcaklığını göstermek için sana..

yerleşemediğim evimin balkonundan bakıyorum kimi zaman..sağımda tekelti, başı hep dumanlı, boyuna posuna bakmadan ağrı'ya nispet yapar gibi..solumda biraz ileride sınırın o soğuk metalle çizilmiş çizgisi..

doğu anadolu muhabiriniz tuzlaca'dan bildirdi..belki sonra kimbilir nerelerden...